İstanbul’da sinemanın nabzı
Boğaziçi Film Festivali, sinemaseverleri bir araya getiren ve ulusal ile uluslararası yapımları buluşturan önemli bir etkinlik olarak yola devam ediyor. Bu yıl da festival, içeriğiyle, temalarıyla ve gösterim programıyla izleyicilere derin bir deneyim sunuyor. Programın ana ekseninde toplumsal dayanışma, özgün anlatılar ve sinemanın farklı dillerini kapsayan bir çeşitlilik bulunuyor. Biz, bu zengin içeriği öne çıkarırken, festivalin sadece bir gösterim alanı olmadığını; aynı zamanda düşünce ve diyalog platformu olduğunu vurguluyoruz.
Birinci günün öne çıkanları arasında, The Marmara Otel’de gerçekleştirilen basın toplantısı, filmin yaratım süreci ve Filistin meselesine dair güçlü mesajlar içeren söylemler dikkat çekti. Yönetmen Annemarie Jacir, yapımcılar Ossama Bawardi ve Cat Villiers ile oyuncular Liam Cunningham ve Saleh Bakri’nin katkılarıyla, projenin nasıl hayata geçirildiğini anlamak mümkün oldu. Jacir, uzun bir süreç sonunda eski bir kasabanın yeniden inşa edilmesiyle çekimlerin nasıl şekillendiğini aktarırken, yaratım sürecinin zorluklarını ve dayanışmayı da gözler önüne serdi. Özellikle restorasyon sürecinde kullanılan unsurlar ve alınan kararlar, filmin estetik ve mesaj boyutlarını güçlendirdi.
Yapım süreci ve hedefler açısından bakıldığında, Cat Villiers’ın odak noktası filmin bağımsız bir sanat eseri olarak değer kazanması iken, Ossama Bawardi’nin hedefi ise bu eserin ana akım izleyiciyle buluşmasıydı. Bu iki yaklaşımın dengeli bir şekilde harmanlanması, festivalin sunduğu çeşitliliği pekiştirdi. Başrol oyuncusu Saleh Bakri’nin sanatın direnç biçimi olarak tanımladığı yaklaşım, izleyiciyi derin bir düşünceye sevk etmeyi amaçlıyor. İsrail rejimi gibi büyük bir politik bağlam altında yaratılan eserlerin sorumlulukları ve riskler, festivalin sahnesinde net bir biçimde dile getirildi. Liam Cunningham ise Filistin halkına olan destek mesajını güçlendirerek, dayanışmanın sanata olan etkisini vurguladı ve protestonun hatırlanmasının önemine dikkat çekti.
Diğer öne çıkan yapımlar arasında Gazze’deki gençlerin yaşam mücadelelerini anlatan “Yalla Parkour” ile Aareb Zuatier’in yönetmenliğini üstlendiği çalışma öne çıktı. Filmlerde çocukların enerjisi ve direnci, sinemasal anlatıya dinamik bir boyut kazandırdı. Ulusal Uzun Metraj Yarışması’nda “Güneşin Altında Yeni Bir Şey Yok” ve “Rayların Ötesinde” gibi yapımlar, yönetmenlerin ve oyuncuların temasını, karakterlerini ve yaratım süreçlerini ayrıntılı biçimde masaya yatırdı. Bu program, sinema dilinin çeşitliliğini ve anlatı zenginliğini kanıtlar nitelikteydi.
Özel gösterimler ve belgeseller kapsamında “Sisler Bulvarı’ndan Geçtim: Biket İlhan” ile “Tuvaldeki Sır” belgeselleri izleyiciyle buluştu. Belgesellerin yönetmenleri, projelerinin kökenlerini ve barış mesajını net bir biçimde paylaşımlarda bulundu. “Tuvaldeki Sır”ın yönetmeni Ömer Evre’nin, Kıbrıs’ı sinemada bir karakter olarak ele alan yaklaşımı, filmin mesajını güçlendirdi ve izleyiciye derinlemesine bir deneyim sunmayı başardı. Ulusal Belgesel Yarışması’nda ise “Sessiz Çizgiler”, “Ağaç Adam” ve “Üstad Mehmed Siyah Kalem” gibi yapımlar, belgesel sinemasının gücünü ve anlatım zenginliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Ekipler, projelerinin çıkış noktalarını ve üretim süreçlerini paylaşarak, izleyiciyi belgesel sinemasının içine çekti.
Festivalin genel atmosferi ise söyleşiler, özel gösterimler ve yarışmalarla zenginleşti. Gün boyunca süren programlar, sinemaseverlere yoğun ve dolu bir içerik akışı sundu. Önümüzdeki günlerde de bu çeşitlilik devam edecek; film gösterimleri, söyleşiler ve atölyelerle katılımcılar için eşsiz bir deneyim hedefleniyor. Bu yoğun içerik akışı, festivalin sadece bir gösterim olayı olmadığını, aynı zamanda sinemanın toplumsal diyaloglar kurduğu, kültürel etkileşimi tetiklediği ve sanatsal üretimin ritmini belirlediği bir platform olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.

İlk yorum yapan olun