İzleyiciyi Derinden Sarmalayan Göç Hikâyesinin Sinematografisi
Ulusal Yarışma filmleri arasında öne çıkan ve Türkiye’nin gerçek mekanlarında çekilmiş olan Bağlar, Kökler ve Tutkular adlı yapım, Altın Portakal Festivali’nin sıcak atmosferinde izleyiciyle buluştu. Yönetmen Sunay Terzioğlu başta olmak üzere görüntü yönetmeni Serdar Özdemir, yapımcı Yaşar Harzadın ve ortak yapımcı Kemal Genel ile oyuncu kadrosunu oluşturan Ushan Çakır, Ezgi Yaren Karademir, Barancan Eraslan ve Özgün Çoban, gösterimin hemen ardından soruları cevaplayarak seyirciyle etkileşime girdi. Bu çalışma, göç ve bellek temalarını gerçek mekanlarda yeniden keşfederek sinemada güçlü bir anlatı kuruyor.
Filmin temel mesajı, mülteci deneyiminin tamamen insani yanlarını ortaya koyarken, göçün toplumsal etkilerini derinlemesine işlemek üzerine kurulu. Yönetmen Terzioğlu’nun kendi göçmenlik geçmişinden güç alan yaklaşımı, karakterlerin iç dünyalarını inşa ederken; gerçek mekanlar ve gerçek aksesuarlar üzerinde gösterdiği titiz çalışma ile film, seyirciye adeta bir belge niteliği taşıyan bir deneyim sunuyor.
Gerçek Mekanlarda Çekim: Doğruluk ve İncelik
Gerçek mekanlarda çekim kararlılığı, filmin doğrudanlığına ve inandırıcılığına önemli katkı sağladı. Yönetmen Terzioğlu, “Gerçek mekanlarda çektik, gerçek kostümler bulmaya çalıştık; hatta bit pazarlarını dolaştık, gerçek aksesuarlar aradık” sözleriyle, sinemada hakikate olan bağlılığı net biçimde ifade ediyor. Bu yaklaşım, karakterlerin yaşadığı zorlukları ve çevresel koşulları, izleyiciye adeta dokunur bir gerçeklik hissiyle sunuyor. Göçmenlik temasıyla birleşen bu doğruluk, filmin sosyal ve duygusal boyutlarını güçlendiriyor.
Hazal Karakterinin Gücü: Ezgi Yaren Karademir
Oyuncu Ezgi Yaren Karademir, Hazel karakterini canlandırırken, güçlü bir kadın portresi çizer. Karademir, Hazel’in sadece bir rol değil; aynı zamanda toplumsal zorluklara karşı direnç gösteren bir simge olduğunun altını çiziyor. “Hazel’in güçlü bir karakter olduğunu düşünüyorum” diyen oyuncu, özgürlüğünü arayan bir genç kadının yolculuğunda karşılaşılan engelleri, anne-çocuk dinamiklerinin evrimini ve kendi içsel dönüşümünü vurguluyor. Ayrıca, izleyicinin karakterin hikâyesini kendi bakış açısında kurmasını sağlayan bir anlatı kurgusu da öne çıkıyor.
Doğudan Fragmanlar: Yeni Bir Sinema Dili
Günün diğer Ulusal Yarışma filmi Doğudan Fragmanlar, gösterim sonrası sahnede yönetmen Kubilay Erkan Yazıcı, görüntü yönetmeni Vedat Oyan, kurgucu Umut Sakallıoğlu, yapımcı Mahpare Tanın ile oyuncular Güldestan Yüce, Turgay Atalay ve Elvin Köse’nin katılımıyla bir söyleşi gerçekleştirdi. Film, savaşın gölgesinde kalan kadınla firarî bir Rus generalinin kesişen hayatta kalma mücadelelerini merkezine alıyor. Yazıcı, sinema anlayışını şu şekilde özetliyor: “Zamanı kronolojik bir akış olarak görmüyorum. Zaman, insanı düşündüren, hayal ettiren ve hakikatle bağ kurduran bir metafizik varlıktır. Zamanı yakalayabileceğimiz tek sanat ise sinema ve bu filmde bunu yapmaya çalıştım.” Bu sözler, filmin ruhunu ve yönetmenlik vizyonunu net biçimde ortaya koyuyor.
Birliktelik ve Evrensel Temalar
Her iki yapım da yalın ama derin temasını bir araya getirerek, izleyiciyi kimlik, aidiyet ve direnç konularında düşünmeye davet ediyor. Göçün yükünü taşıyan kadın karakterler, toplumsal yapının kırılgan yanlarını ortaya koyarken; savaş ve göç temalarının sinemaya nasıl yansıdığına dair zengin bir deneyim sunuyor. Yönetmenler ve ekipler, gerçekçi kostümler ve doğal ışık kullanımı ile sahici bir atmosfer yaratıyor. Böylece film, sadece bir anlatı değil, aynı zamanda bir bellek çalışması olarak da öne çıkıyor.
Görsel ve İşitsel Denge
İki filmde de görsel dil ile ses tasarımı dengesi dikkat çekiyor. Çekimlerde kullanılan mekanlar, karakterlerin iç dünyasıyla paralel seyreden ritimlere sahip. Bu durum, izleyicinin sahneler arasındaki geçişleri daha doğal ve akıcı hissetmesini sağlıyor. Ayrıca, gerçek mekan kullanımıyla elde edilen ayrıntılar, seyirciye karakterlerin yaşam alanlarını derinlemesine hissettiriyor. Bu da filmlerin duygusal yoğunluğunu artırıyor.
Sinematik Motto: Gerçekçilik, Duygusal Yoğunluk ve Toplumsal İçerik
Her iki yapımın ortak noktası, gerçekçilik ve duygusal yoğunluk ile toplumsal içerik arasındaki güçlü bağdır. Göç ve savaş temalarının iç içe geçtiği bu sinema dili, izleyiciye yalnızca bir hikâye sunmaz; aynı zamanda toplumsal farkındalık ve insani değerler üzerine düşünme imkanı verir. Bu yönleriyle, festivallerin alternating platformlarında öne çıkan birer referans noktası haline geliyorlar.
Geleceğe Yönelik Perspektifler
Bu iki eser, sinemada gerçeklik ve duygusal bağ kurmanın güçlü bir örneğini teşkil ediyor. Yönetmenlerin ve ekiplerin uzun soluklu araştırmalarla sahnebazı çabaları, yerel ve evrensel temalar üzerinden yeni bir sinema dilinin kapılarını aralıyor. İzleyiciye, sadece bir hikâye anlatmak yerine, toplumsal hafıza ve kimlik arayışı konusunda derinlemesine bir düşünme fırsatı sunuyor. Bu bağlamda, Türkiye sinemasında gerçek mekanlarda üretimin değeri bir kez daha kanıtlanıyor ve gelecek projeler için ilham verici bir rehber oluşturuyor.

İlk yorum yapan olun